Yeni bir yazarımız oldu

GİRİZGAH

            Efendim, uzunca sayılacak bir aradan sonra yine yazılarımla hafta da bir karşınızda olacağım. Ancak, bu kez yazılarımızın çoğu ihtisas alanımız olan Tarih üzerine olacağı gibi, bunun da özelinde Yakın Dönem Türk Tarihi, Türk Dünyası Tarihi ve Kültürü, Milli Mücadele dönemi Balıkesir’i ve öncüleri yanında zaman zaman nadir de olsa Fetöcülere karşı verdiğimiz mücadele döneminde, bizimleymiş gibi gözüken, sırtımıza binen, suyumuzu içen, yol arkadaşımız sandığımız menfaat düşkünü, meczuplar ile kendisini elmas zanneden çakıl parçalarını ve en önemlisi kul hakkı bilmeyen, dik duruşu olmayan, kendisine mahkeme salonlarında her türlü hakareti edenlerle bir müddet sonra yol arkadaşlığı yapmakta beis görmeyen, imza gücü ile görevini kötüye kullananları da, rencide ve remide etmeden yazacağız.

            Evet, vira bismillah dedik. Tarih dedik. Milli Mücadele dedik.

            Malum içinde bulunduğumuz yıl 100. Yıl. Cumhuriyetimizin 100. Yılı. Bir önceki yıl Milli Mücadelenin 100. Yılıydı. Balıkesir olarak akademik manada anamadık. Küçük bir iki etkinlik dışında akıllarda kalan, tarihe bırakacağımız işlere imza atamadık. Ama, cumhuriyetin 100. Yılı böyle olmamalı…

            Ekim ayına bir müddet daha zaman var. Yapılabilir. Balıkesir’e, Alaca Mescit’te bayraklaşan 41 altın adama yaraşır, 1919’un Belediye Başkanı Keçecizade ve arkadaşlarının mirasına uygun, İzmir’e Doğru gazetesinin bıraktığı ruhla örtüşen, akademik metinler ile ateşli hatiplerin Abdülkadir Iştın gibi, Hasan Basri Çantay gibi haykırdıkları cümlelerin Zarbalı gibi gözü karaların bizlere bıraktığı bayrağı taşıyabilmek mümkündür.

            Ancak günümüzdeki en önemli sıkıntımız herkesin tarih bilmesidir. Yaşının yarısı kadar bile okumayanların tarih konusunda ahkam kesmesidir. Bunun şüphesiz en büyük sebebi akademik yayınların halk nezdinde itibar görmemesi, ya da milletin okuma alışkanlığının olmamasıdır. Yani bilginin ehlinden ziyade, hoşuna gidenden alınmasıdır. Bir nevi veresiye bilgi talep edip, mirasa çöken evlat gibi davranarak, ecdadının kendisine bıraktıklarını, şehitlerinin kanı ile ele alıp elde tuttuklarını, bonkörce harcaması gibidir.

            İlk yazıda sıkmayalım. Bir anekdot ile bitirelim.

            Harun Reşit devrinde Bağdat’ta yaşayan Behlül adında bir meczup varmış. Bir gün ona Harun Reşit şöyle sormuş;

Behlül sen en çok kimi seversin? Demiş. Behlül’de karnımı kim doyuruşa onu severim demiş. Harun Reşit tekrar olarak, eğer ben senin karnını doyurursam beni sevecek misin der? Behlül’ün cevabı manidardır;  Veresiye sevgi olmaz efendim! demiştir.

Evet, tarihimizi, kimliğimizi, kişiliğimizi, milletimizi ve devletimizi menfaatlerimiz karşılığı sevmeden de yaşayabileceğimizi unutmamalıyız. Zira, hiçbirimiz rızk verici olmayıp, aksine hepimiz rızk yiyiciyiz. Rızkı ise, Tanrı biz kullarına değişik yol ve vesilelerle göndermektedir. Kalın sağlıcakla.